time travel
Size de oluyor mu bilmiyorum ama bazen; çok ama çok eskiden, kenardan köşeden bir şarkı çıkıp geliyor, elinizden, kalbinizden tutuyor ve sizi seneler öncesindeki kendinizle baş başa olduğunuz bir an’a götürüyor. Sanki ruhunuz o an’daki vücudunuza giriyor ve şimdinin bilgeliğiyle o zamanın çaresizliğini nötrlemeye başlıyorsunuz. Şimdiki güzel renkleriniz o zamanın griliğini bozuyor..
Bozuyor diyorum çünkü; Nasıl anlatsam, şu anda gitmiş olduğum zamanı; şimdiki ben ile yaşadığımda -kelimelere dökemiyorum-, bu bir zaman yolculuğu gibi eşsiz, o an’ı tekrar yaşayabilme, tüm duygularıyla -iyi veya kötü- gözlerimi kapadığımda, üniversitedeki ilk odamda, gecenin geç saatleri, güzel temiz bir hava ve serin, balkon kapısı açık, bu şarkı çalıyor, biraz hayal kuruyorum, bir yandan birilerini düşünüyorum, bir şeyler umut ediyorum, olsa ne güzel olur diyorum, ama en güzeli hayatımın belki de en özgür, en kendi kendine, en güçlü kızı var orada, her şey onun elinde, biliyor ki hayalleri, hayal olarak kalmayacak, gerçekleştiğini görecek; sırf bu yüzden biraz da mutlu ama şarkının melankolisine bırakıyor kendini..
Soğuk biraz daha içeri işliyor ve evet bir yandan da kırmızı şarabı serin serin yudumluyor dağınık yatakta, yalnız ama korkmuyor, yalnız ama mutlu, kendini tanıyor ve en önemlisi kendini tanıdığı haliyle seviyor, galiba en güzel his bu geçmişteki o gecede, bir de temiz hava kokusu..
Şarkıyı tekrar başlatıyor, tekrar tekrar sıkılmadan eşlik ederek dinliyor..
*The Mars Volta – Televators çalıyordu.