mış-miş gibi
Bilmiyorum ki insanın hayatında hep olur mu öyle bir arkadaş? Yanlış zamanlarda yanlış yerlerde olup, bir araya gelmiş ve haliyle patlayarak kırılmış cam parçaları gibi birbirinden uzak yerlere gidip hayata karışmış olduğu..
Yaşanan zaman boyutları farklı olsa dahi bir koku, bir hece, bir melodi ya da renk sebebiyle aklına gelen, ama tek kelime etmeye gücü, yüzü, umudu olmayan kişi olarak kaldığım..
Bir kere de arayıp, çok özledim işte ama arayamadım desem diye umut ettiğim, görüp hissettiklerim ve hatırlattıklarını sadece rüyalarımda ona anlatarak tamamlayabildiğim..
Yazdıklarına, çizdiklerine bakıp “belki de bu benimdir”, sevse de sövse de orada bir yerlerde vücudunun bir parçasının ucunun ucunda da olsam oradayımdır belki dediğim..
Adresi hala aynı mı acaba, şu kalem ve defterlerden kesin onda da olmalı, ama zaten kesin onda olmuşlardır dediğim..
Hadi bugün bir şans gideyim kapısına, ufak bir kaktüsle sürpriz yapayım, konuşmayıp susalım beraber ya da kahkahalardan gözlerimize yaşlar dolsun diye hissettiğim..
Belki bir öğle yemeği vakti, hiç olmadı kahvesi hafif soğuyana kadar merhaba-merhaba muhabbeti edebilsem..
Utanmasam, çekinmesem yazsam ona bak bu yazıyı sana yazdım, hala unutmadım, unutamıyorum diyerek en sevdiğim star wars klişesiyle “you were the chosen one” diye son bulsam..
“ne bileyim işte, o kadar kısa zamanda, o kadar uzun zaman tanışıyormuş gibi, öyle bir dostluk ki; şu anda var olmasa da, var olsa şöyle olurdu böyle olurdu diyebiliyormuşum gibi..”
*Spandau Ballet – True çalıyordu.
**kesin bu şarkıyı bilsen çok severdin, belki de zaten seviyorsundur.